Cumartesi, Haziran 20, 2009

BİR İHTİMAL DAHA VAR..

STRESS TOP 9 + 1 BONUS
1-Hergün birbirinin aynı şeklinde devam ediyor.Sabahları zorla uyanıyor , telaşla makyajımı yapıyor,üstümü giyiniyor ve koşa koşa kapıya yönelip asansörün düğmesine basıp ayakkabılarımı giyinerek ;tekrar asansöre yöneliyorum..Asansöre doğru yaklaştığımda başka biri düğmeye basıp çağırıyor ve ben asansör düğmesine seri halinde basarak benden önce birinin daha çağırmasını engellemeye çalışıyorum..Günün ilk stresi böyle başlıyor....
2-Daha sonra arabama binip ; yola çıkıyorum..Yolda her kırmızı ışığa yakalandığımda geçen saniyeleri sayarak işe geç kalma olasılıklarını hesaplıyorum..Ayrıca acelesi olmayan insanların önüne geçme çabasıyla günün ikinci stresini yaşıyorum.
3-İşe geldiğimde kapıdan içeri adımımı atmak istemezken;bir mucizenin olmasını bekler gibi bir nefes alıyorum..
Gün içerisinde o ofisin içinde o kadar sıkıntı yaşanabileceğini orada çalışıyor olmasam tahmin bile edemem..Gün içerisinde o kadar çok stres altında kalmaya daha ne kadar dayanabilirim ki ?
Ben geldiğimden beri 5 kişi isteği ve isteği dışında ayrıldı..İş yapamazsan gidersin..
Ben bu işin bu kadar zor olduğunu bilseydim yine de seçer miydim acaba?
Neyse nerede kalmıştım..
Nefes almıştım..
İçeri giriyorum..Müdür odasından bir ses geliyor..Şu dosya ne oldu..Tamamlanmış mıydı?Bu ay yeni müşteri hedefimiz çok...Yeni müşteri bulmamız,yeni firma bulmamız lazım..
Ama nasıl...Günün üçüncü stresi...

4-Operasyonda bulunan yaşı hayli geçmiş ve ne dediğini anlayamadığım ;birşey söylediği zaman şaka mı ciddi mi söylüyor kavrayamadığım şahıs..gün içerisinde yaşanan stresler yetmezmiş gibi firmaların kullandırımlarında meydana gelen sorunlarda garip garip tavırlarıyla günün dördüncü stresini yaşatıyor...
Bazen yaşına saygımdan sesimi çıkarmazken bazen beni de dayanamaz hale getiriyor...
Şubedeki herkesi pes ettirmiş durumda..Ama yapacak bişey yok..

5-Firmalar ayrı bir alem ..Onların sorunlarını çözmeye çalışırken..Günün beşinci stresini yaşıyorum..

6-Akşam oluyor..Müdürümüz bugün vadesiz kaç yaptık diyor..Günün altıncı stresi..
Sanki sorunlarla uğraşmaktan zaman kalıyor da...

7-Saat 5 oluyor..Kapılar kapanıyor..Bize uyuyana kadar çalışın şeklinde imaj yaratan şubedeki abajur lambalarını da açarak ; çalışmaya devam ediyoruz..Çünkü hayat hızlı akıyor ve biz şubedeki işleri tam olarak hiçbir zaman yetiştiremiyoruz..Ve zaten çalıştığımız ortamda da bitmesi demek bizim de orada bulunmamamız demek...En azından bir kısmını çok zaman kaybetmeden bitirmeye çalışırken günün yedinci stresini yaşıyorum..

8-Saat 19:30-20:00 gibi şubeden çıktığımda kendimi karanlıktan aydınlığa çıkmış biri gibi hissediyorum..Tekrar arabama biniyorum..Akşam trafiğinde bir an önce evime gitmeye çalışırken günün sekizinci stresini yaşıyorum..

9-Eve geliyorum..Elimi yüzümü yıkıyorum..Aynadaki mutlu olmaya çalışan güleryüzlü suratıma bakarken aslında mutlu olmadığım fikrini unutmaya çalışıyorum..
Yemeğimi yiyip ; bir yandan televizyon izleyerek , bir yandan bilgisayara bakarak , bir yandan da kitap okuyarak birden fazla iş yapabilme yeteneğimi kullanıyorum..Mümkün olduğunca geç yatarak günü kurtarmaya çalışıyorum..
Sonra neden böyle olmak zorunda diye geleceğin stresi sarıyor , uyumak üzereyken beynimin içinde dolaşıyor düşünceler..Günün son stresini yaşıyorum...Farkında olmadan dalıyorum..

Ve sonra yine geç kalma telaşı..,
Ya bir de haftasonu olmasaydı ?

Pazar, Mayıs 24, 2009

NEYE İHTİYACIM VAR BİLİYOR MUSUNUZ?

TATİLE................

ÇOK YORULDUM GERÇEKTEN ÇOK YORULDUM..
ÇOK YORULDUM GERÇEKTEN ÇOK..
ÇOK YORULDUM GERÇEKTEN...
ÇOK YORULDUM..
ÇOOKK...

HAYATIN GETİRDİKLERİ İLE SINIRLI HERŞEY...

Ne kadar zaman oldu bu sayfaya bakmayalı ve ne kadar zaman oldu bişeyler yazmayalı..
Ben çok büyüdüm ve sıkıntılar büyüdü..
Ben çok büyüdüm ve kalbim küçüldü..
Ben çok büyüdüm ve düşler azaldı..
Ben çok büyüdüm ve anladım...

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

ZAMAN SADECE BİRAZCIK ZAMAN....

Eskiden vakit yetmiyor diye şikayet ederken...Peki ya şimdi ne demeliyim..

Cumartesi, Şubat 17, 2007

MUHTEŞEM...

Salı, Ocak 16, 2007

Salı, Ocak 02, 2007

...














Burası Kayseri'de bir lokanta...Tam resmini de çekemedim ama..

Burayı o kadar çok aradık ki..Bir kere azmetmiştik..Bulacaktık mantısı meşhur olan bir yerde mantıcı...Sokakta sorduğumuz insanların bilgisi beni hayrete düşürdü...Valla bilmem ki mantıcı var mı burada edasıyla..Kafalarını kaşıyarak etrafa bakışıyla..Yanlış yol tarif edişleriyle..

Sonunda bir amca bize "Ananın yeri" dedi...Babam neredeyse adamı dövecekti...

Şimdi yolda sorulacak burası..Bana bu görevi verdiler..

"Şeyy..Pardon..Buralarda mantıcı varmış.."

Karşı taraf "Neresi?"
"Hımm.." kem küm
'Ananın yeri'miymiş neymiş.."

Dayak yemeden bulduk neyseki...

Aradığımıza da değdi..Çok aradık deyince bize yeni geldiniz galiba buraya diye çok güzel bir tabak hazırlayıp ikram ettiler mantının yanında...İçli köfte,sarma,pide...
Güzeldi...

Pazartesi, Kasım 13, 2006

...

Ben mavi bir kazak aldım ama masmavi..
Yeşil bir çimene yattım ama yemyeşil...
Kırmızı bir ruj sürdüm ama kıpkırmızı...
Siyah bir gökyüzü seçtim ama simsiyah...
Renkli ne varsa aldı götürdü siyahoğlu siyah...

Çarşamba, Ekim 11, 2006

...

















Kapıtaş Plajı..
Aşağıya doğru bir merdiven var ki...
Ama deniz mükemmel..

Marmaris'in denizi de çok güzel..
Orada bir adamla karşılaştık ve o bize Turunç ve Cleopatra Adası'nı mutlaka görün dedi..

Turunç'a gittik ama inanılmaz eğimli bir yolu var..Başımız döndü..Dönerek yukarı doğru çıktıktan sonra yine döne döne aşağıya inilen bir yolu var... Ve tabii bu yolun bir de dönüşü var..Buraya gelmeden önce çok yorgun olmamalı...Ve biz bu kadar uzak olduğunu bilmiyorduk..Ulaşmak için epek yol katettik..
Çok kalabalık değildi ama tabii ki oranın da manzarası çok güzeldi..


















Cleopatra (Sedir ) Adasına doğru giderken balıklar böyle...

Sonra ise hayatımda hiç görmediğim kadar ve düşünecek olursak görmem de gerekmiyor ve umarım yakından hiç görmem dediğim denizanaları çıktı ortaya... Sürü halinde...

















Ardından adaya vardığımızda kuş gribinin buraya ulaşmış olabilme ihtimalini düşündüm..
Bir de tavuklar o kadar sırnaşık ki...

Salı, Ekim 10, 2006

...


















Saklıkent'teki ördekler...


















Ölüdeniz ' e doğru bir bakış ...


















Göcek 'te ...

Pazar, Ekim 08, 2006

...


















Yukarı doğru çıkarken.

















Kaş'ın gecesi...

















Saklıkent' ten..

...
















































Kekova

...


















Bu Antalya /Belek de kaldığımız otelde yapılan bir gösteri...


















Bu da otel'den ayrıldıktan sonra Kaş'a giderken çektiğim bir fotoğraf..


















Bu Kaş ' da kalınan küçük otelin manzarası...(Sadece 1 gece )

Cuma, Eylül 22, 2006

Çok güzel günlerdi... Çabucak geçti...

Ben tatilden döndüm..

Çarşamba, Eylül 06, 2006

BUGÜNE DAİR...













*
Her varışta uzaklaşan bir yoldu..Görünen bir yakınlık yoktu ulaşılması beklenen..
Bakardım,görürdüm,izlerdim,beklerdim ama bilmezdim neler kaçırdığımı bu bekleyişte...

Bataklık gibi bişeydi ama işte..Ne batıyordun tam olarak , ne de çıkıyordun...
Olduğum yerde sabit duruyordum..
.................

Soğuk bir rüzgar eser burada ara sıra...Ben uyku yerine düşüncelere dalmışken geceden sabaha..
Soğuk bir ter akar başımdan..Saçlarım dağılır sonra..
Daha çok dalgalanır isyan etmişçesine..
Düzeltmek gelmez içimden...

Gözlerime bir bilinmez telaş konar..
.........

Bakmayın ben güzel uyanırım sabahları aslında...
Pencereden bakarım..
Saçlarımı böyle dağıtır rüzgar,düzeltmem..

Gözlerimdeki bilinmez telaş mı?

Bugünün nasıl olacağına dairdir...
............

Dua ederim..
Güneş yeniden doğar....

Perşembe, Ağustos 31, 2006

BİR YUDUM BİR YILDIZ...















*
Balkondayım..
Dedemin evindeyim..
Küçük bir kasabada büyük bir ev..

Zaman önemsiz.Geçip gidince zaten kalan bir tek anılar.Hiç yaşanmamış ve uydurulmuş gibi..
Ama gerçek gibi anlatılabiliyor.

Kocaman bir bahçe önümde ama ben sonradan yapılmış balkonda bir bardak çay elimde , geceleri binlerce yıldız eşliğinde içmeyi tercih ediyorum ...Yudum yudum..

O kadar çok yıldız var ki her yudumda bir tanesi kayıyor..

Bir yudum bir yıldız..
Bir yudum bir yıldız...

A bu sefer bir yudumda iki yıldız kaydırdım...

Aşağıdan akan tohma suyundan serinlik geliyor..Burada olmayı seviyorum..
Ama yine de insan ne kadar memnuniyetsiz bir yaratık..
Her yer ona dar geliyor..

Üşüdüm , ceketimi çıkarmalıyım...
Daha çok üşümeliyim,daha çok anlamalıyım..

Cumartesi, Ağustos 26, 2006

Matmazel Dorina 'nın odası güneş alan tarafa bakıyordu ama boş bir alandı .Çıkınca merdivenlerden ilk daire onunki idi.
Her merdiven sesinde onun o küçük gözden baktığını bilirdim..Geçerken o rahatsız olmasın diye bakmazdım o yöne..
Saçları hep yapılmış bir şekilde dolaşırdı.Geceleri odasından takır tukur topuklu ayakkabısının sesi gelirdi.

Hayatını yaşayamamış bir yaşam budalasıydı.
(Budala demekle kötü bir şey demek istemiyorum aslında çünkü hepimiz hayatını yaşayamamış yaşam budalaları olacağız sonunda...)

Benim odam ise yeşilliklere bakıyordu.Balkonumdan çıkan ceviz ağacı balkonun her yanını sarıyordu. (İçini oyup yemek için kopardığım "daha olgunlaşmamış" cevizlerin karasını ellerimden çıkarmaya çok uğraşmıştım.
Ama öğrendim...
Zaten hayatın güzelliği , tecrübelerden ibaretti.
Yaşadığının kanıtıydı tecrübeler...)

Güneşin geldiği zamanlarda da benim güneşimi engelliyordu bu ceviz ağacı..Arada meyvesinden çalsamda böceklere de davetiye çıkarıyordu. Ben de arada kesiyordum dallarından ..Odama kadar girmek üzereydi çünkü...Kuşlar da çok rahatsız etmeye başlamıştı beni , artık iyice çekilmez bir hal almıştı orada yaşamak...

Matmazel Dorina'yı kapısında yakalayamasam da her zaman gülerek "Günaydın" demeyi seviyordum bu kadına.
Yüzündeki donuk gülümsemeyi seviyordum..
Kırışmış yüzündeki asaleti seviyordum..
Kendini bırakmamış kadın halini seviyordum..

Bir gün matmazeli ağlarken gördüm..Yaşlarını silerken oluşan tabloyu çizmek isterdim ama başaramazdım galiba...

Gözünün altında sildiği gibi kalan derisi duruyordu karşımda,kaçırdığı gözleri duruyordu..Dudağındaki büzülme duruyordu..
Omzundaki titreme duruyordu..Derin bir nefes almaya çalışıp alamama halinde duruyordu karşımda...

O merdivenlerden çıkıyordu..Ben merdivenlerden iniyordum..

"İyi misiniz matmazel ?"
"İyiyim"
"Bir kahve içer misiniz ,lütfen"
"Peki"

Matmazel anlattı ben dinledim..Yılların birikimi gözlerinden akıyordu..Birilerine kendini anlatmak ve gerçekten samimi olarak dinleyen birilerini bulmak çok zordu ama başladıktan sonra devam etmek çok kolaydı..

Anlatmaya başladıktan sonra hiç durmadı..Anlattıkça rahatlıyordu..O anlattı ben dinledim..O ağladı ben gülümsettim..

O baktı ben ne diyebilirdim ?

Sustum...

Çok yalnızdı..Ne diyebilirdim ki?
Güzel bir yaşamdan kala kala bir boşluk kalmıştı elinde...

Ceviz ağacına doğru ilerledi..Çok şanslısın..Birden fazla canlı uğruyor odana hergün..Kuşlar ,ceviz ağacın,böceklerin...

"Arada bir de kedi geliyor ağaçtan" dedim..

Güldü...

Güldüm...

Cebinden eski resimlerinden birini çıkardı..Çok güzeldi..
"Çok güzelmişsin matmazel " dedim..

"İşte güzel olmak çok da iyi bişey değil.." dedi.."Aslında anlamsız"
"Bak ben ne haldeyim.."
"Lamba yanarken güzeldir..Sönünce geride karanlıktan başka ne kalır" ?
"Onu söndüğünde aydınlatacak başka özellikler de bulmalı kendine ya da başka uğraşlar"

"Hayatın amacını çok iyi belirlemeli..Herşey için çok geç olmadan..Ben anladığımda çok geç kalmıştım.."
"Hep öyle kalacağım sanıyordum"

"Şimdi çok şahane olabilirsin..Ama unutma sonra bir hiç de olabilirsin.."

...................

"Matmazel* siz hala şahane bir kadınsınız"

.............

* Matmazel değil , madam

Not:Fotoğraf internetten alıntıdır.

Cuma, Ağustos 25, 2006















Eski bir evde eski bir lamba..















Şimdi karpuz oldu..

Salı, Ağustos 22, 2006

ARAMAYIN..


















Beni arayın ..
Bakın 3 dakika kaldı...
Sadece 3...Yazıyla üç...

Arayın..Lütfen beni yalnız bırakmayın..
Burada kaççç üçgen var ?

Bakın bir daha söylemeyeceğim.
Sadece 2 dakika kaldı...
Arayın beni lütfen sizin iyiliğiniz için..
Daha ne yapayım ben...

Şu aşağıda görünen numaraları arayın salaklar..
Beni yalnız bırakmayın...
Benim tek isteğim size para kazandırmak..
Kendimi düşünüyorsam ne olayım..
Sahi ne olayım ?

Her neyse..
Çok basit..
Sen akıllı olan...(aptal)
Hadi..
Sadece 1 dakika kaldı...
Offf..Daha başka ne diyebilirim..Arayın ve kazanın..
Burada kaçç üçgen var...Kaçç..Kaçç..Kaçç...Hadi ama..
Hala bekliyorum...

Tamam kendi kesemden artırıyorum para miktarını..
Daha ben sizin için ne yapayım..

Evet süre bitti..

Alo..

(Bugün iyi kazıkladık seyircileri..Yarın ne yapalım acaba ?...)

Not 1 : Dün radyoda dinlediğim bir programda bu yarışma programlarını arayan insanların yüklü miktarlarda para ödedikleri söylendi. Biri 100 milyon kazanmak için aramaktan 1 milyar telefon faturası ödediğini , bir diğeri de bu yarışma programlarında kimse aramıyormuş gibi davranıldığını arayınca bir soru sorulduğunu , bildiği halde "yaklaştınız,tekrar deneyin" dediğini , bu şekilde hırs edip tekrar tekrar araya araya yüklü miktarlarda telefon faturası ödediğini belirtti ..


Not 2 : Ey Allah'ım akıl fikir ver sen kullarına...

Pazar, Ağustos 20, 2006

-2-

Burada uzaktaki karşı apartmandan biri atlamaya kalktı dün...

Tamam şimdi ben de şuradan atlamam ama atlamaya kalksam insanlar kaç saniye bekleyecek burada meraklı gözlerle..Peki kaç tanesi gerçekten korkacak benim için..Peki kaç tanesi üzülecek ? Peki kaç kişi harekete geçecek kurtarmak için ? Anlatacak bir hikayeleri olacak belki...

Geçip gidin…

Size ne ?

"Ayrıca bunu yapacak olan yapar,aklına koymuşsa ,görünmeden yapar,beklemez ."

Ölümü tercih ederken bile showman olanlar var bu dünyada...

İnsanlar ne kadar da aptal…

Ben "atla" dedim...

Polis geldi kurtardı...
……………..

Ben de şey yapmayı düşünüyorum…Hımm..Belime ip bağlayıp,aptal kalabalığı toplayıp sonra atlayıp hepsine nanik yapmayı….

Bakın ama aşağıda bahsettiğim kadının yaptığından daha fazla meşgul etmez sizi bu durum merak etmeyin…

……………

Baksanıza akıllı kadın aptal seyircileri televizyona toplayıp bütün haberlerin önüne geçti yasak aşkı ve çocuğunun kaçırılaması olayıyla…
Hangi haberi açsam ondan bahsediliyordu…
“Bu ne?Şaka falan mı ?”
Dedim…
.................

Ama gerçek...

-1-

Güneş karşıdan vuruyordu yüzüme doğru…Gecenin hafif sarhoşluğu henüz geçmişti.Kafanı kaldırdığında güneşe bakabiliyordun şimdilik.Biraz sonra bütün gösterişiyle yükselecekti.Ama şimdilik etkisiz bir şekilde aydınlatıyordu etrafı..Bakabiliyordum..
Kafamın içinde davullar çalınıyor ve biri enseme arada bir şaplak vuruyormuş hissi duyuyordum.
Bir ıslık sesi de duydum o arada ama ne üflüyordu o dudaklar..
Kafamın içinde dönüp durdu ...Bir yandan davul çalıyordu,bir yandan melodi…
Bulmalıydım…Buldum…



Gece izlediğim filmde suçsuz bir mahkumun ayağına takılan cihazla hiçbir yere gidememesi ve suçsuzluğunu kanıtlayıp kurtulması anlatılıyordu ve çok saçmaydı ama izledim…

………………….
“İnsanların sıcaktan bunalması ve yağmur yağsa da biraz serinlesek dedikten sonra yağmurun yağması , ardından sel oluşturması ve insanların daha mutsuz olması.İşte burada da anlatılmak istenen bişeyler var…”dedim.

“Sonra yaptığın her şey dönüp dolaşıp sana ulaşır ..Elbet yapılan her iyiliğin ya da kötülüğün karşılığı olmasını diliyorum..Ve buna inanıyorum..Ben ve diğerleri güzel günler görecek..Ki şimdi de güzel..Ama olsun…Ben diğerleri için istiyorum bunu…”dedim.
………………….
“Kendimi kandırmamalıyım…Kimin öldüğünü duysam çevremdekilerin ölümü korkutuyor beni…Bencilim evet…

Kimin hasta olduğunu duysam da “Allah başa vermesin “ diyorum…

Tek beni ilgilendiren benim hayatım değil elbet ama en çok benim hayatım ilgilendiriyor beni..”

Evet,ne var..Herkes aynı....
………………………

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

...........)

Hayat bazen işte böyle oluyor..
Bir süre sonra herşey sıradanlaşıyor..
Hayat akışına uyuyor ve büyü de bozuluyor..
.............................

Büyü de bozuluyor...
..............................

Ailenle kahvaltı yapabilmek Pazar sabahları..
Kumlarla oynamak arasıra bir deniz kenarında kafan rahat...
Uykuya dalmak düşünmeden..
Bir bebeğin içten gülüşünü yakalamak..
Sorunsuz geçen günlerinin , oluşturduğun tablodaki fazlalığı...

Herşey bu kadar güzel mi ?
...................................

Bir kitap okumak ve çizmek en sevdiğin cümlelerin altını..
Bir müzik dinlemek ve ruhunu dinlendirmek...
.......................

Kovmak ruhunu bazen...
Yerine yeni bir ruh hali almak..

(Bak şimdi de " ruh " deyince anlamsız geldi..
Bazen sözcükler de anlamsız geliyor bana.Durup durup tekrarlıyorum..."Ruh")

Peki bu kadar yeter mi ?
..............................

Bazen herşey o kadar karmaşık hale geliyor ki..
Çözümlenemez bir düğüm gibi..
İpler başkasının elinde gibi...
Yolduğun otların yerine yenilerinin çıkması gibi..
Kafandaki bulutların dağıldıktan sonra tekrar yerlerini almaları gibi...
Yürüdüğün yolların uzadıkça uzaması ve bunun bir sonu olmaması gibi...

.............................

Ya da herşey o kadar basit...

.................................

(Kafamın içindeki lastiği çıkarır mısın anne? Onunla şekiller yapmaktan bıktım da...)

Cuma, Ağustos 18, 2006

"Sevginin en güzeli en gereksinildiği zamanda verilenidir"

Perşembe, Ağustos 17, 2006

BUGÜN 17 AĞUSTOS

Ve hep çok sıcak olduğu zamanlarda ben korkuyorum...
Ölüm ama nasıl...

Deprem...
Yığınlar altında kalmak...

Unutulur mu?
Bugün çok sıkıcıydı..
Çok sıcaktı..
Çok yapışkandı...

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

.............

Dün gece o mekanda ben içki ve sigara içmeyen biri olarak ve bulunduğu ortamdan da rahatsız olduğu için kasılıp kalan bir insan pozisyonunda olmamak için elimdeki meyve suyuyla konuşmalara katılırken ,insanların sallanışlarının ve yüzlerindeki sahte gülümsemelerindeki anlamsızlığın boyutlarında dolaşırken hiç bir zaman böyle olmayacağımı bilip mutlu oldum...
Sonra düşündüm evet,beni anlamlandıran da bu...Anlamlıyım...

Olmadığım gibi biri olmaya çalışmıyorum...
.......................................

(Oradaki bütün insanların sahte gülümsemeleri olduğunu söylemek istemiyorum.
Sadece diyorum ki sahte davranan insanlardan hoşlanmıyorum.
Etrafta bu tür insanlarla dolu diyorum..
Yoksa tabii ki benim arkadaşlarım da içiyor...Ben de gülüyorum...)

Ama yanımda olmasından hoşlanmadığım tiplerin çevremde olmasından ve öyle olmadığı halde görünmeye çalıştığı ,olmaya çalıştığı insan tipindeki eğreti duruşundan hoşlanmıyorum..)

BÖYLE OLACAKSA, OLSUN..

Bugün arkadaşımın doğumgünüydü ve ben unutmuşum.
Doğumgünlerinden ve hediye almaktan pek hoşlanmam ben aslında..
Hediye almaktan hoşlanmayışım anneme küçükken paramı biriktirerek aldığım bir bluzu beğenmeyişine ve onu giyinmeyişine denk gelir ki o bunu hiç bir zaman kabul etmedi..
Ki hakikaten bunu yapacak biri olmaması arada bunu uydurduğumu düşündürtüyor bana..
("Üzmemek için hakikaten berbat bir bluz olsa da annem o bluzu giyer " demek istiyorum burada...)
(Aslında hediye olarak kıyafet almak doğru bir davranış değildir.Bunu da öğrenmiştim..)

Hep bir beğenir mi korkusu yaşarım hediye alırken...Oysa düşünmek değil midir önemli olan?


Doğumgünlerinde hep bir pasta önünde toplanış ve ardından fotoğraf makinesine doğru sırıtışlarla birlikte ardından pastadaki mumları üflerken,ardından pastayı keserken,ardından pastayı yerken,ardından hediyeleri açarken..Bütün doğumgünleri sıradan.
............................................
Mesela ben doğumgünümde bütün herkes toplansın ve beni ne kadar sevdiğini anlatsın istiyorum...
Benim ne kadar mükemmel bir evlat,benim ne kadar mükemmel bir kardeş,benim ne kadar iyi bir arkadaş , benim ne kadar akıllı, benim ne kadar güzel ..olduğum söylensin istiyorum falan filan..
Yani o gün egomu tatmin etmek istiyorum..

O gün iyi ki doğmuşum yahu!!
dedirtsinler istiyorum...

Tamam..Sustum ...saçmalıyorum..

Pazartesi, Ağustos 07, 2006



Artık daha yumuşak müzikler dinlemekten hoşlanıyorum..
Çok gürültülü müzikler rahatsız etmeye başladı beni..
O gün çok sevdiğim bir şarkıyı dinlerken anladım bunu...
Neler oluyor?

Dansettir ruhunu...

Dinlendirmem gerek biraz da...


Bu şarkıyı duyunca iki kadının ,şarkıyı söyleyen adamın arka tarafında ellerini şıkırdatarak bir o tarafa bir de bu tarafa sallanmak suretiyle geniş kıyafetleri ve koca kemerleriyle şarkıya eşlik etmeleri aklıma geliyor ...
Bugün güzel bir gün olacak diye başlanılan günlerde hep bir terslik olmasının dışında kafanda dönüp duran soruların bir kısmını kümeden çıkarıp etkisiz eleman haline getirmenin mutluluğunda kollarını havaya kaldırmak suretiyle güzel bir esnemenin ardından ayaklarını duvara dayayıp bir kaç saniye daha uykudan kazanmanın boşluğunda ve ruhunun derinliklerinde yatan anlamsızlığın köşesinden dönüp uykudan uyanmak,kalkmak,kahvaltı yaparken güzel bir müzik dinlemek ardından...

Ve işte sabahlar,akşamlar,geceler,uykular...
Hep anlamsız ve bir o kadar anlamlı...
Neden ?

Çünkü anlamlandıran da anlamsızlaştıran da biziz...

..................................................


Ve o şarkı çıkıyor ansızın....

...................................................

*Bazen daha fazladır her şey
Bi eşikten atlar insan
Yüzüne bakmak istemez yaşamın
O kadar azalmıstır ki anlam

O zaman git hemen radyoyu aç bi şarkı tut
Ya da bi kitap oku mutlaka iyi geliyor
Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar
Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor

..................................

Ama fazlada üzülme hayat bitiyor bir gün
Öyle de böyle de ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutmam acı; tatlı; ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı; değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir ...
Bi şiirden, bi sözden
Bi melodiden, bi filmden
Geçirip güzelleştirmeden dayanmak zor
...........................................
Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden
Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor ..*(Sezen aksu)

...........................................

Sonra durdum düşündüm..
Bir gözümü düşünür biçimde kıstım.Bir elimi çeneme dayadım..Diğer elimdeki çatalı tabağıma boş boş vurmaya başladım..

Evet...

İnsan ne olursa olsun hayattan tat alacak bişeyler bulmalı...

Bugün güzel bir gün olacak..
Evet..
Olmasa da olacak...

...................................................

*Bırak güneş ısıtsın tenini bak baharlar açmış beyaz beyaz..
Öyle olmazsa da sen öyle farzet..
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz....*(Sezen Aksu)
...................................................

Perşembe, Ağustos 03, 2006

...................................

Gece ve uykusuzluk..
.....................................

Masallar,romanlar,hikayeler,şiirler....
Masallar yalan,romanlar uzun,hikayeler kısa,şiirler acı .....

......................................

Ve ben kötü bir roman olmaktansa iyi bir hikaye olmayı tercih ederim..
Yaşam açısından...

......................................

Mutlu şiir, şiirin karizmasını bozuyor...

........................................

Masallarımı rafa kaldırdım...

Peter Pan ülkesi var mı diye düşünürdüm..
Öyle bir yer de yok galiba...

....................................

SORU

"Adı lazım değil baş harfi ben " ne demek ?

Çarşamba, Ağustos 02, 2006

ÇİKOLATA


















Çikolata..
İnsanın düşlerinden çıkan bir parça çikolata...

Damağında bıraktığı tat...
Yüzünde oluşturduğu gülümseme...
Bir parça daha yeme isteği...

Hani bazen durduramadığınız tatlı isteğinizin mutlulukla karışmasını sağlayan yiyecek...

Çeşit çeşit...

.............

Kendime özel çikolata yapmak istiyorum...

İç ses : (Bu kitaptaki tariflerle birlikte kendi kafamdaki çikolatayı yapabilir miyim acaba? )

DİNLEMEK İSTERSENİZ...BEN OKUDUM...

Pazar, Temmuz 30, 2006

KARANLIKTAN AYDINLIĞA DOĞRU YÜKSELİRKEN GÖRÜNEN BİR PENCERE GÖLGESİ




































(Pencerenin arkasından uçusan dallar)

Cuma, Temmuz 28, 2006

NOT:

Aşağıda son cümle olarak

" Kimileri bir bitkiye bile kıyamazken..." dedim de aklıma Leon rolünde oynayan Jean Reno'nun penceresinin önünde duran bitkisine olan düşkünlüğü geldi..

KAKTÜSÜM ÇİÇEK AÇTI...


















Zamanında evimize sarmaşık bitkisi almıştık ve bu bitki evi o kadar benimsemişti ki ne zaman ve nasıl olduğunu anlamadan her tarafı sarmıştı...Kapıdan içeri girerken eğilmek zorunda kalıyorduk bitkiyi rahatsız etmemek için düşünün...Tavana falan çıkmaya başlamıştı artık...

Sonra babam olmadığı bir zamanda (kendisi hiç bir bitkiye kıyamaz..) kestik ve dışarı koyduk..(Mecburen )
Rüyalarıma girdi sardı sarmaladı beni...Kurtulduk ama...Taşındık o evden...

Yani bitki sevgisi ama bu kadar da olmaz değil mi ?
Evi botanik bahçesine çevirmenin alemi yok tabii ki..

Bu benim kaktüsüm...
Kıpkırmızı iki çiçek açtı..


















Kimileri bir bitkiye bile kıyamazken .....

Salı, Temmuz 25, 2006

Tıklayın ve bu şarkıyı dinleyin...

Sonuçta anlamı olan tek şey iyilik(insan olmaktır)
Sonuçta anlamı olan tek şey iyilik.

Dizlerimin üstüne çökeceğim ve dua edeceğim.
Dizlerimin üzerine çökeceğim ve dua edeceğim.
Dizlerimin üzerine çökeceğim ve dua edeceğim...

Pazartesi, Temmuz 24, 2006













Savaşlardan nefret ediyorum..
Savaş haberlerini dinlemekten nefret ediyorum..
Ölüm haberlerini duymaktan nefret ediyorum...
Kan görmek istemiyorum...
İnsanların suratındaki acıyı görmeye dayanamıyorum...

Bişeyler yapamamaktan nefret ediyorum..

Ve hala saçma sapan şeyler için endişelenmekten ve bunun için kendimden nefret ediyorum..


Bazı insanlar ölmeli..
Ama suçsuz günahsız insanlar değil....
Nasıl bir vicdandır bu ?
Ne biçim insanların olduğu bir dünyada yaşıyoruz?
Off..Allah'ım..Sivillerin üzerine bomba atıyorlar...

Ve minicik çocukların bedenini yok etmeye vicdanları elveren insanların olduğu bir dünyada yaşıyorum...
Daha kötü ne olabilir ?

Fotoğraf : http://fromisraeltolebanon.info/ sitesinden.

Salı, Temmuz 18, 2006

İŞTE ÖYLE BİŞEY..















Arasıra burnuma mis gibi çiçek kokuları geliyor sonra bir tatlı rüzgar esiyor.
Şarkı söylüyorum rüzgara karşı ki güzel şarkı söylerim ben..
İşte o anda rüyaya dalasım geliyor gözlerimi kapatıp...

Tamam.İşte bu kadardı.

Ama kalk oturduğun yerden ve kaldırım taşlarını say kalbinin..
Kendine güzel bir aralık bul..Ara sıra ayağın o aralığa takılsın yürürken..
Bir anka kuşunun üzerinden geçip neredeyse kafana s*çmasını iste...
Bir dilek tut ....

................

Ben kimim Allah aşkına...
Kimseye eyvallahın yoktur da sen kimsin ?

Çarşamba, Temmuz 12, 2006
















Hiçbirşey söylemek istemiyorum aslında.Susmak var sadece aklımda.
Saçmalıklarında -ruhumun- içinde- kaybolurken parmaklarım, sadece susmak var aklımda..
Dilimde,parmaklarımda , gözlerimde bakışlarımla....Sadece susmak..

Derin bir ohh çekmeye hasretim..
Güzel bir güne uyanmaya hasret...

Mutlu,huzurlu olabilirim...
Ama işte bir nihavend makamına hasretim...

Sonra

"Hiçbir şeyde gözüm yok..
Sen yanımda ol yeter.
Kapkaranlık odama.
Mehtap gibi doğ yeter."
diye şarkı söyleyebilirim.

Ama bunu da söyleyecek birine hasretim...

"Sevil de sevme
Ağlama ağlat
Yoksa dert olur bu tatlı hayat" felsefesinden kaldım...
Uygulamasını yaptım..
Ama daha dert oldu..

Her neyse

"Kimseye etmem şikayet,ağlarım ben halime..
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime"

diye noktalarım..

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

KİMİNE GÖRE...

Çarşamba, Temmuz 05, 2006
















Böyle okuyorum arada bazı blogları ve bunları yazanları nasıl merak ediyorum sorma...

Not : Yan tarafa sevdiğim müzikleri yerleştirdim..Sen de dinle..

Perşembe, Haziran 29, 2006

BANA ÖYLE BAKMA LÜTFEN..






















Neye bakıyor olabilir ki bu yavru kedicik ?

Salı, Haziran 27, 2006

DURUM BUNDAN İBARET AMA ...HERŞEY GÜZEL OLACAK..

Bazen bir masada oturup sohbet ederken arkadaşlarla o anda arkama bakmadan oradan ayrılmak ve tek başıma yürümek istiyorum sokakta , bir başıma kalmak istiyorum...
Biraz alışkanlıklarımı bırakıp kaybolmak istiyorum ortalıklardan..Bazen yokolmak istiyorum...

İşinde çalışırken bir anda kendini hapishanede gibi hissedip , o sıkıntıyla o anda yeter artık deyip orayı terketmek müthiş bişey mesela ...(Gerçekten biliyorum da söylüyorum...)Ayrılıyorum ne haliniz varsa görün demek...
Bunun gibi..O anda hissettiğin duygu gibi..

Özgürlük gibi...Yapmak istediklerini yaparken ki içinde oluşan heyecan gibi...Bu tip şeyler hissetmek istiyorum hep ama hep...

Kendi işini kuramamak,kendi kendinin patronu olamamak kötü bişey...Olabilme ihtimali güzel ama...

Hayatım boyunca bir yerlere bağlanma duygusu boğmuştur beni...Güneş görememek...Yaratıcılıktan uzak,basit bir çevre içinde bulunmak...

Çoğu kişi eminim istediği konumda değil...Çoğu kişi gece kafasını yastığa koyduğu anda çelişkileriyle birlikte uyuyor..

Şunu anladım ki zaten mutluluk denen şey uçucu..Aseton gibi...
Anlık yani...

Keşkelerim olmamasını diliyorum ben hayattan..Bir de etrafıma bakınca halime şükretmeyi öğrendim...

Yaşamak bu olmamalı..Ters giden bişeyler var ama....
Hep bir zorunlulukla yaşamak..
Hep bir treni kaçırma telaşı...


İşte şu anda "Unwell" 'i dinleyebilirsiniz mesela...

Ben de "I'm not crazy, I'm just a little unwell "diyebilirim mesela..

Ya da "Dream On" çalabilir fonda...

"I know nobody knows
Where it comes and where it goes
I know it's everybody's sin
You got to lose to know how to win" der...

Sonra da yine uyku vakti gelip geçmeli...Saat 2:00 olmalı...

Zaman çabuk geçiyor..

"Bak Haziran da yavaş yavaş hazırlık yapmaya başladı gitmek için...O bile inanamıyor ne zaman gelip ne zaman geçtiğine...Ben teselli etmeye başladım artık zamanı...O kadar insanın ahı var ki üzerinde..."demiştim zamanında..Hatırlayıp yazayım buraya...

Sonra da herkese iyi geceler dilemeli...

İyi geceler...

"Half my life's in books' written pages
Lived and learned from fools and from sages
You know it's true
All these things come back to you"

Düşleyin...

Cuma, Haziran 23, 2006

BAŞLA...

Sarhoş gecelerde sarhoş köpekler var sokaklarda...Sarhoş türkülerini söylerken geceye...Bağrışmalar başlayabiliyor ansızın..Kavgalar...
Kavgalar senden uzak,yatağın sana yakın,ışıklar kapalı ve zaman geçmekte...Gürültüye dayanamasan da karanlıktan da korkmazsın ya...Kulağına hoş bir melodi yerleştirebilirsin...Kafana bir hayal...Uyuyabilirsin artık...

Ve gece korkusuzca geçiyor ayaklarından ellerine...Gözlerine doğru akıyor sonra...Uyuyor...

Kan revan içinde kalabilir sokaklar..Bir adam ağlayabilir neden olmasın?

Sevgisinden ciğerine çizmiş adını bir genç kadının..OLabilir neden olmasın?

Sonra atmış ne varsa,yakmış ne varsa,sövmüş ne varsa....

Karanlıktan çıkar mısınız artık Sayın Bruno ?

Zamanımızı çalmayınız..Söyleyecek ne varsa söyleyiniz ve gidiniz lütfen...

"Yıllar yollar önceysi miydi neydi?Ben daha içmeye başlamamıştım...Garip rüyalar da görmüyordum henüz.O geldi birden kapıdan girdi gündüz gündüz...Karanlıkta gibi parlıyordu yüzü..Aydınlığı delerek..
Evet tam da bu zamandan sonra başladı kabusum..."

Perşembe, Haziran 22, 2006

AŞK DİYE BİŞEY YOK Kİ..VAR MI ?






































VARSA DA BU KADAR UZUN SÜRMEZ...

"The Notebook" Filminden...

Çarşamba, Haziran 21, 2006

NE YAPMAK İSTEDİĞİNE KARAR VER,AMA NASIL İNECEĞİNİ BİLEMEDİĞİN AĞACA ÇIKMA,DÖNEMEYECEĞİN YOLA SAPMA..OKU VE OKU...


Bana bu kolyeyi okul harçlığından biriktirerek alan küçük kuzenime soramadım ama bana hediye etmek için neden maske şeklinde bir kolye ucunu tercih ettiğini de anlayabilmiş değilim..Güzel ama yine de...



Her neyse ben de ayak koyma adetini yerine getirip ,bağ bahçe koşup oynamak için ve kirlenmesine aldırmayacağım ucuz spor ayakkabımı ayağıma geçirip yola koyuldum...


Artık hiç bişeye gereksiz para vermeme niyetindeyim zaten..Ucuzluk dönemlerini bekleyip alışveriş yapmak istiyorum sonra...Çokça mutluyum bu durumdan da.



















Kiraz ağacından kirazlar dallardan sarkmakta.
Hopluyorum zıplıyorum ..Hem yiyorum,hem topluyorum kirazları..Topladığım kadar da yiyorum yani..

Sonra ağaca çıkmaya karar veriyorum.Ben zaten ağaçtan hiç inmezdim küçükken diyerek.Ayakkabılarımı da çıkarıyorum..

Çıkıyorum çıkıyorum...Biraz daha yukarı derken derken..Kirazları da topluyorum yeterince aşağıya indiriyorum kirazları koyduğum sepeti ama o da ne?
Yukarı çıkmış ve nasıl ineceğini bilemeyen haberlerde gördüğüm kediler gibi hissediyorum kendimi..

Aşağıdan sesleniyorlar.."İnemiyor musun"
Ben tabii "Yok daha inmeyeceğim" diyorum..Ama belli tabi..Bir yol aradığım...

"İneceğin zaman kendini ters çevir, öyle in" diyorlar.

Ayağımı nereye koyup çıkmıştım,ayy aslında o kadar da yüksek değil derken neyse iniyorum ağaçtan... Atlarken ayağımı burkuyorum...İyi atlatıyorum ama...

Sonra inişteki zorluğun bolca yemiş olduğum kirazların midemde yaratmış olduğu ağırlıktan kaynaklandığını savunuyorum...
Ama yine de çok zevkli oluyor..

Sonra evin içinde eskiden kalma bir kutunun içinde bu defteri buluyorum..1960'lı yıllara ait..
İçinde şiirler var el yazısıyla...




















Eski "Tarih" ve "Ayna" dergilerini buluyorum bir köşede...Hiç görmemiştim oysa bunları burada...

Derginin bir tanesini açtığımda Tevfik Fikret'in hayat tarzı dikkatimi çekiyor ...Bu dergide 1969 yılının "Ayna" dergisi...

"1888'de Galatasaray'ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda kâtip olarak göreve başladı. Kimi gazete okuyarak,kimi başka işlerle uğraşarak vakit geçiriyordu...
"Yeterince çalışmadan para aldığı" gerekçesiyle Tevfik Fikret 6 ay sonra buradan ayrıldı.
Çok para sıkıntısı çektiği halde devletin bu 6 ay çalışması karşılığında kendisine verilen maaşı da "Çalışmadım bu 6 ay boyunca,o yüzden haketmiyorum bu maaşı" diyerek kabul etmek istemedi..Fakat devlet hazineden çıktığı gerekçesiyle almasını söylediği vakit,bu parayı alarak bir yere bağışladı..."

Kendini tatmin etmek mi yoksa cebini mi tatmin etmek amaç ?

Ama değişmeyen bişey varsa o zamanla bu zamana...Çoğu memurun yan gelip yattığı...

Güzeldi..Bir sürü de kitap buldum..Yıpranmış ,sararmış ama ne güzel bişey bu...

Hepsini okumak istiyorum,hepsini...

Cuma, Haziran 16, 2006

ÇİZİM

Bu resmi ben çizdim siz de bişeyler çizmek hatta birilerine yollamak isterseniz bu siteye uğrayın...
Not:Resmi sonuna kadar izlemek istemekle birlikte sıkılırsanız diye yan tarafta hızlandırma yeri mevcuttur..

Salı, Haziran 13, 2006

TARZI OLAN KADINLAR

Eski klasik filmlerdeki kadınların farklı bir havası var değil mi?
Geniş kabarık veya beli dar inen kıyafetler... Ve çoğunlukla elbise ,etekler...
Güzel bakışlar...
Ve çıplaklık değil esas olan..
O duruştaki asalet..

Ve değişim...

Büyüdükçe değişen ifadeler...
Göreceli güzellik... Hepsinin farklı bir güzelliği var..

Kendini güzel hissetmeye başladığın anla çökmeye başladığın an aynı zamana denk geliyor ama sanki...

Mesela Marilyn Moroe ;






















Nasılmış ve ne hale gelmiş?
Hangisi daha çok kendisiymiş?

İlk başta güzel olmadığını düşünüyordu belki de...Değişim geçirdi..Bakışları değişti... Duruşu değişti..

belki de bunu anlamasıyla yaşlanmaya başlaması arasında geçen sürede acı çekmeye başladı ....Ve belki de kendi gibi davranamadığı için mutsuzdu...


Elizabeth Taylor ;Menekşe gözlü güzel kadın...
















İşte yaşlılık gerçek...İnsanı yıpratan bir kavram...Üzücü...
Güzellik denen kavram ise sahte...Gelip geçici...


Rita Hayworth;

Gençlik,olgunluk ve yaşlılık süreci..Ne kadar da farklı değil mi ?


























Sonuç olarak;

Önemli olan insanın kendi gibi yaşayabilmesi..Yaşama sürecinden zevk alabilmesi ve her daim kendini güzel hissetmesi..
Gençlik dönemini de olgunluk dönemini de güzel geçirmesi...
Kendini hiçbir şey için çok fazla üzmemeli ve yıpratmamalı...

Zaman geçti,geçiyor ve geçecek..

Herkes yaşlanıyor...

Çok acı ama öyle...


.............................

Ve şimdi hiçbir şeyin anlamı kalmadı..

....................

Biraz daha eskisi gibi olmalı herşey..

Kendisi gibi olmalı ve davranmalı insan...Herşey dozunda olmalı ve biraz da eski kadınlar gibi olmalı belki de...
Bakışlar ve duruş açısından,estetik açıdan yani...

Belli bir tarzı olması insanın ne güzel...

Giydiğin kıyafeti kendine yakışıp yakışmadığını anlamalı insan biraz da değil mi ?

Çevrenize bir baksanıza...